Gülay Aruç Tatlı Babaannem Öyküsü, Sivastapol önünde yatar gemiler. Atar nizam topunu, yer gök inler


Reklam Alanı

Bu Yazımızda Neler Bulacaksınız ? Göster

Gülay Aruç Tatlı Babaannem             



"Sivastopol önünde yatan gemiler.

Atar nizam topunu, yer gök iniler" Babaannem bana bu türküyü ezberlettiğinde 9 yaşındaydım.

Bakır mangalına gömdüğü kocaman kestaneleri maşasıyla döndüre döndüre çevirip kızartıyor, bir yandan da hiç unutmayayım diye bu türküyü defalarca söyletiyordu bana.

Çok üzgünüm; ben onun gençlik yıllarına yetişemedim. Bu konuda ağabeylerim ve ablam kadar şanslı değildim. Buğulu yeşil gözlerinin parladığı, aklının sağlam olduğu günlerde ben daha doğmamıştım çünkü.

Onun elinden tutup sokaklarda salına salına dolaşamadım.

Onunla çiçek toplayamadım, yanında yürürken seksek oynayamadım.

Ama onun en keyifli son günlerinin tam göbeğinden daldım hayatının içine. Birbirimiz için idealdik. Sanki birbirimize organize edilmiştik.

O, aklı ara sıra gidip gelen, asaletiyle övünen minicik bir beden. Bense cin gibi bir çocuk. Onun gözü ve kulağıydım. Belki de, dışarı çıkamadığı için onun odasına babam tarafından oynasın, eğlensin diye bırakılmış bir küçük oyuncaktım. Kim bilir?

Benim tatlı babaannem, envai çeşit reçeller yapardı. Şurup için bana gelincik toplatır, temizletir sonra da şişeye bastırırdı. Bakır sahanda çok güzel bulamaç pişirirdi. Sadece benim için. Beğensem de beğenmesem de yine ve sadece bana yedirirdi. Kedilerimiz vardı. Sarı, beyaz, siyah. Yatağının ayak ucundaydılar, her zaman yanımızdaydılar. Koynumuzdaydılar.

Bir lokma onlara, bir lokma benim ağzıma koyardı. Aman Tanrım! Şimdi düşünüyorum da, ne kadar korkusuzmuşum ve ne kadar korumasız.

Babamın ona aldığı elbise ve mantoları giymeden önce, bahçemizin bir köşesine götürüp taşla vura vura eskitir, parçalar, üzerlerinde delikler açar, ondan sonra giyerdi. Bir gün "Babaanne! Neden böyle yapıyorsun?" diye sormuştum ona. Bana,"Bu dünyada yeni giymek haramdır." demişti. Anlayamamıştım. Boş boş bakmıştım yüzüne.

Sonra onu kaybettik. Her şey yarım kaldı sanki. Çocukluğum bile. Aradan uzun yıllar geçti. Onunla paylaştıklarımın değeri o kadar arttı ki anlatamam. Birlikte yaşadığımız anılara ve zamana, o zaman diliminde gördüğüm, öğrendiğim ve tanıdığım her şeye hem o kadar barışık hem de bir o kadar dargın yaşadım ki tarif edemem.

Ben babaannemden sonra hiç bulamaç yemedim. Çünkü etrafımdaki hiç kimse bulamaç pişirmeyi bilmiyordu. Kedileri çok sevmekten vazgeçtim.

Hiç gelincik toplamadım. Çünkü hiç kimse gelincik şurubu yapmayı bilmiyordu. Ve artık hiç türkü söylemiyorum. Çünkü hepsi onunla güzel ve özeldi.

Ne annemi, ne babamı kimseyi onun kadar özlemiyorum. Sadece onu. Onu çok özlüyorum ve yolunu bekliyorum.

Reklam Alanı

Diğer Hikayeler Yazıları
Hikayeler

Reklam Alanı

Reklam Alanı