, Güneşi kucaklayan delikanlı kızımla evlenebilecek! Her kim ki bunu yaparsa,kızım o'nun olacak ve saadet içinde sarayda yaşayacaklar!., , Fermanı duyan ülke delikanlılarını korku, endişe, azim ve t


Reklam Alanı

Manolya Ülkesi'nin Kralı evlenme çağına gelen kızına uygun bir damat adayını nasıl bulacağını düşünüyordu son zamanlarda. Öyle biri olmalıydı ki; gözü gibi baktığı biricik kızını gerçekten sevmeli, o'na hak ettiği değeri vermeliydi. Yapacağı şeylerle de ispatlamalıydı sevgisini, hem kendisine hem de Prensese. Aklına şöyle bir fikir geldi ve bunu fermanlarla ülkenin dört bir yanına duyurdu:
 
Güneşi kucaklayan delikanlı kızımla evlenebilecek! Her kim ki bunu yaparsa,kızım o'nun olacak ve saadet içinde sarayda yaşayacaklar!.
 
Fermanı duyan ülke delikanlılarını korku, endişe, azim ve telaş sardı. Ne yapmalı ne etmeliydiler ki, hem güzeller güzeli Prensese, hem de sarayın lüksüne, şatafatına
kavuşmalılardı. Kimileri taşları üstüste dizerek güneşe ulaşmaya çalıştı, kimileri en yüksek dağın zirvesine çıkmaya çalıştı. Hali vakti yerinde olanlar uzun uzun kuleler yaptı. Hatta günlerini gecelerini ağaç tepesinde geçirerek güneşin uygun bir anını kollayanlar bile vardı. Güneşe büyü yaptıranlar daha neler neler... Ama aradan aylar geçiyor kimse bu işi
beceremiyor, pes edip gidiyorlardı birer birer.
 
Bir gün Kral'ın huzuruna giyim kuşamı hiç de hoş olmayan ama oldukça yakışıklı bir delikanlı geldi. Güneşi kucaklayabileceğini hem de bunu Kralın ve kızının huzurunda yapmak istediğini söylüyordu. Kral kabul etti delikanlının isteğini. Güneşli bir günde sarayın bahçesinde Kral ve Prenses yan yana oturmuş, etraflarında da büyük bir kalabalık ne olup biteceğini bekliyorlardı merakla. Prensesin içinde bir şeyler kıpırdıyordu bu gence baktıkça.
 
- Hadi bakalım, kucakla güneşi de görelim!, dedi Kral.
 
Bu sözlerin ardından olan şeye herkesin ağzı açık kaldı bir süre. Kimsenin çıtı çıkmıyor, olanlara anlam veremiyorlardı bir türlü. Delikanlı hızla koşarak, muhafızları aşmış, Prenses'e
sımsıkı sarılmış, bir türlü bırakmıyordu.
 
- Bre zındık, ne yaparsın!, diye kükredi Kral şaşkınlığını atınca;
- Nedir bu ahmaklığın anlamı?
 
Prenses'ten muhafızlarca zorla ayrılan delikanlı şunları söyledi boynunu bükerek ama sesindeki neşeyle;
 
- Sayın Kral'ım, siz güneşi kim kucaklarsa kızım onundur dediniz. Ben sarayın karşısındaki şu viranede otururum. Gözlerimi açtım, kızınızı gördüm. Yüreğim aşkının, güzelliğinin,
sevgisinin ateşiyle yandı kavruldu.
Her gün penceremden penceresine bakarım, o'nu gördüm mü günüm aydınlanır, ışıl ışıl olur. Göremezsem kahrolur, karanlıklara boğulurum. Ben onunla var olur onunla yok olurum. Benim gündüzüm, gecem, yazım, kışım, sıcağım, soğuğum O... Benim Güneşim O... Ne
olursa olsun bu an bile bana sonsuza dek yeter. Ölümüm güneşimden olsun razıyım
Sayın Kralım..."
 
Herkesin hatta Kral ve Prensesin bile gözleri doldu bu sözlere.
 
- 40 gün 40 gece düğün yapılsın. Kızımı verdim bu gence!,diye haykırdı Kral...
 
Prenses neşeyle ellerini çırptı. Kral doğru bir seçim yapmıştı. Sevginin güneşini yakalayana kızını vermişti. Prenses ve delikanlı ömürlerinin sonuna dek saadet içinde yaşadılar sarayda... Onlar ermiş muradına, biz çıkalım kerevetine...
 
Sevgi dalgın sular gibidir; gösterişsiz ve o nispette derin.
Sevgi gösterişin olduğu yerden hicret eder,
Çünkü o bazen sevgilide bir bakış,
Bazen de bir sanatkârın gönlünde ürperiştir.
İşte o kadar sade, o kadar yalın...

Reklam Alanı

Diğer Hikayeler Yazıları
Hikayeler

Reklam Alanı

Reklam Alanı