Uzun Mesafe
Bakırlı köyü,yeşillikler içerisinde ve bahar havasının da vermiş olduğu bir tazelik içerisinde güne uyanmıştı.Gece yağan yağmurun oluşturmuş olduğu şebnem taneleri dallardan ve çiçek yapraklarından aşağıya süzülüyordu.Köyden çıkan sığır sürüleri,çobanlarının refakatinde ağır ağır yollarına devam ediyordu.Pırıl pırıl bir sabaha eşlik edercesine sığırcık kuşları adeta şakıyordu.
Köyün evleri genel yapısı itibariyle kerpiçti ve evlerinin alt kısımlarında hayvanların yer aldığı ahırlar mevcuttu.Köyde daha çok büyük baş hayvanlar yer almakta ve bu hayvanlar köylünün geçim kaynağını oluşturmaktaydı.
Günlerden perşembe ve aylardan Nisan’dı... Perşembe Günleri köyün postacısı olan Ragıp köye gelir ve posta dağıtımı yapardı. Ragıp bisikletinin selesine koymuş olduğu posta evrakları ile beraber yavaş yavaş yokuşu çıkıyordu. Bir kaç eve uğradıktan sonra,mavi kapılı ve sarıya boyanmış olan bir evin önünde durdu.Kapıyı çalmasından sadece birkaç saniye sonra siyah kazaklı ve 13-14 yaşlarında olduğu tahmin edilen bir erkek çocuk gelir.Postacı Ragıp:
-Müjde Uğur,girmiş olduğun sınavın sonucunu getirdim.
-Teşekkür ederim Ragıp ağabey,buyur bir çay içelim...
-Sağolasın Uğur,ama bugün postaları bitirmem gerekli,sonra çay içmeye gelirim.
Postacının gitmesi ile beraber Uğur hızlı bir şekilde zarfı açar ve bir solukta sınav sonucunu okur...İstanbul'da bir okulu kazanmıştır...Kendi bulunduğu köy ile İstanbul arasında neredeyse 600 km'lik bir yol vardı ve Uğur ise uzun yolculukları hiç sevmiyordu. Yavaş yavaş evinden içeri giren Uğur,sımsıkı tuttuğu sınav Kağıdı ile beraber ebeveynlerinin oturduğu odaya girer.Babasına ve annesine baktıktan sonra,onların sormasına fırsat vermeden kendisi söyler:
-Babacığım,anneciğim sınavı kazanmışım.
Babası:
-Ne kadar güzel oğlum,bu haber bize neşe ve haz verdi.
Annesi de bu olayı tastikler bir şekilde kafasını sallamıştı.Ama çocuklarının durgun olduğunu gören baba ve anne duraksamıştı.Olayın mahiyetini anlamak isteyen baba oğluna dönerek konuşmaya başlar:
-Oğlum,bu haber seni pek sevindirmemişe benzemiş,neden böyle durgun duruyorsun?
-Babacığım,sınavı kazanmak beni sevindirdi,ancak İstanbul buradan çok uzakta ve ben
uzun mesafeleri sevmiyorum,sizlerden ayrı kalmak ve araya bu kadar uzun bir mesafe koymak beni düşündürüyor.
Oğlunun kendilerini bu kadar sevmesi ebeveynleri çok sevindirmişti.Ancak çocuklarının iyi okullarda okuması ve insanlara hizmeti amaç edinmesi çok önemliydi.Bir kaç Dakika düşünen baba derin bir nefes çektikten sonra konuşmaya başlar:
-Oğlum,sen doğduğun zaman ben Askerde vatan görevini yerine getiriyordum.Görünüşte annen ve sen yalnızdınız,sadece komşularımız ve yakın akrabalarımız vardı.Ben ise 1000 km'den daha uzak bir mesafede görevimi yerine getiriyordum.Sana şimdi bir soru sormak istiyorum;sence insanları birbirine yakın eden kısa mesafeler midir?
-Mesafeler yakın olduğu zaman insanlar birbirine daha sıkı bağlanır, benim düşüncem bu babacığım...
-Peki,mesafeler az olduğu halde birbirini sevmeyen komşular,aynı evde oturdukları halde birbirine kin duyan kardeşlere ne demeli?Ben görevimi yaparken,sizler her zaman benim yanımdaydınız,hem de hep yanı başımdaydınız...Önemli olan mesafelerin uzun yada kısa olması değil,önemli olan yüreğindeki sevginin hep yanması ve yüreğinin sevdiklerinin için atması.O zaman istersen Dünya'nın en
uzak noktasında ol,yine de sevdiklerini yanında bulursun.
Babasına sarılan Uğur, gözyaşları içerisinde konuşur:
-Ne kadar uzakta olursam olayım, hep kalbimde olacaksınız...