Sevgi Yolcuları Hikayesi

Uzaklarda ışıklı gemiler yolcu taşımakta, deniz durgun, rıhtım kalabalık... Ağır duygu yükü taşır durur yorgun argın, beli bükülmüş yolcular... Sevgiliye selam götürür kara trenler, dumanlı dağlardan dolana dolana... Birkaç damla gözyaşı akar durur, garla
Sevgi Yolcuları
Tweet Paylaş Plus Pinterest
Uzaklarda ışıklı gemiler yolcu taşımakta, deniz durgun, rıhtım
kalabalık... Ağır duygu yükü taşır durur yorgun argın, beli bükülmüş
yolcular... Sevgiliye selam götürür kara trenler, dumanlı dağlardan dolana
dolana... Birkaç damla gözyaşı akar durur, garlar da, iskeleler de,
rıhtımlar da... Boynu bükük, özlem yüklü sevgiler akar durur, hasret yüklü
dünyalının gönlüne... Sevda yüklü kervanlar gelir gider, bir oraya bir
buraya... Beyaz mendiller sallanır hep yolculara, yolculuklara...
Ayrılıklar, acılar kavurur, olgunlaştırır insanı... Özlemler büyütür
gerçek sevgileri... Biri “güle güle” der; diğeri, “hoş geldin”... Bir
ikilemdir yaşamın kendisi... Ne gitmekten vazgeçersin, ne de kalırsın...
“Gitmek mi zor, kalmak mı zor?..” der ya hani bir şarkı... “Hem ağlarım
hem giderim...” diyen gelin gibi... İşte bu yaşam... Bir kararsızlık...
Duygu yüklü bir öykü bizimki... Bir başka şarkı yükselir, dolu
bulutlardan... “Gözlerim vagonları dolaştı, üzgün üzgün...”
 
Sonbahar esmeye başlamıştı ki, sabahın kuşluk vakti aceleyle uyandım.
Çocukları uyandırdım. Hava uyanmaya başlamış, otobüsün kalkma vaktine bir
saat kalmıştı. Uykulu gözlerle Elif, yüzüne dökülmüş saçlarını elinin
tersiyle topladı, ağır ağır. Yataktan kalkıp lavaboya doğru yürüdü. Ayşe
daha uyanmamıştı. Uykusu hayli ağırdı. Başında davul çalsan uyanmaz,
uykusu geç açılan cinstendi. Geceden bavulları hazırlamıştık. Alelacele
bir şeyler atıştırıp yola çıkacaktık. Bir heyecan hepimizde. Umulmadık,
beklenmedik bir yolculuktu hazırlandığımız. Bir yolculuk bileti
kazanmıştık bilinmeze. Gideceğimiz yer meçhuldü. Biz bu yolculuğu hak
etmiştik. Şans mı, şanssızlık mı, anlamadım. Posta kutusuna topal bir
güvercin haber bırakmıştı, yolculuk var diye...
 
Üç kişiydik. Giyindik. Bohem bir yolculuk için ne gerekse almıştık
yanımıza. Umutlarımızı, özlemlerimizi, hasretimizi doldurmuştuk tahta
bavullarımıza. Kapımızın önüne indiğimizde, bizi bekleyen kango araca
binip otobüs terminaline doğru yola koyulduk. Servis aracımız beyaz bir
otobüsün önünde durdu. Karışık, belirsiz duygularla adım adım ilerledik,
bizi bilinmezimize götürecek otobüse. Belki bir sevgiliye, belki bir
cennet bahçesine. Vedalaşmaya gerek yoktu, bizi uğurlamaya gelen
kimsecikler yoktu zaten. Otobüsün bagajına eşyalarımızı yerleştirip, o üç
basamağı hızla çıkınca, içeri göz attım ki ne göreyim... Sevdiğim bütün
dostlarım orada... Ağzım açık kalmıştı; gözlerim, hayret ve sevinçten ışıl
ışıldı... Bu ne sürprizdi böyle!.. Kim düşünmüş böylesine bir seyahati...
Emin, arka sıralarda:
 
“Hadi! Çabuk olun arkadaşlar, geç kalacağız...” diye telaşla seslendi, her
zamanki gibi yine aceleciydi. Binnur’a göz ucuyla baktım. Görüntüsü,
yeşiller içinde bir dal gibi yüzümü aydınlattı eskiden olduğu gibi.
 
“Acelemiz yok arkadaşlar. Yol uzun... Dolu dolu günlerimiz olacak hep
birlikte!” diyordu Nigar. Heyecanından, yüksek sesle konuşmaktan kendini
alamıyordu...
 
Hepimiz eski tanıştık. Aramızda, uzun süre görüşmesek de hiç kopmayan bir
sevgi bağı vardı, kökü ta eskilere dayanan, riyasız, yalansız, samimi.
Doğduğumuz mezra bizi böyle bağlamıştı birbirimize. Acıları, sevgileri
paylaşmıştık. Yüreklerimiz sımsıcak, bakışlarımız heyecanla birbirimizi
aramaktaydı. Başımı hafifçe arkaya çevirdim. Yaşlı Cemile teyzem bile
topal ayağı ve yaralı yüreğiyle gelmiş, çoktan koltuğuna kurulmuştu.
Yanına kuşlarını da almayı unutmamıştı. Eteğine oturttuğu kuşlarını,
avcunun içine doldurduğu yemlerle beslerdi. Az gitmezdik evine, kuşlarının
su içişlerini seyretmekten kendimizi alamazdık çocukken. Küçük, kalaylı
bakır sahanda su içirirdi onlara...
 
Şoför Rıza gömleğinin yakasına yerleştirdiği bembeyaz mendiliyle, sıcak
güneşe karşı önlemini şimdiden almıştı. Parmaklarının arasındaki
sigarasını derin derin içmekteydi. Hepimiz koltuklarımıza yerleştik; Rıza
abi kontağı çevirdi ve otobüsümüz yavaştan harekete geçti. Duygularımız
çarpışmaya başlamıştı. Öyle TV falan yoktu otobüste. Hepimizin gözleri
önünde, yaşamın gerçek film sahneleri vardı, acısıyla, tatlısıyla. Uzun
bir yolculuğa çıkmıştık. Molasız, uzun bir yolculuktu bizimki. Arka
sıralarda, sevgisini yüreğine gömüp, Selma’sını yıllar önce gurbete
göndermiş Murat’ı gördüm. Darmadağınık, sevgi dolu bir yaşamdı Murat’ın
yaşadıkları. Yeşilimsi sevdasını, acı sarı tahta bavula koyup Selma’yı
yolcu etmişti yıllar önce. Yaşamında bir başkası da olmamıştı hiç.
Böylesine tutkulu bir sevgiydi aralarındaki. Bir ara, Murat’ın başka
biriyle birlikte olduğunu yaymışlardı ortaya. Kimseler inanmamıştı. O an
gözlerine bakınca daha iyi anlamıştım ki, Murat, Selma’ya kavuşmak için bu
otobüse binmişti.
 
Suna’ya takıldı şimdi düşüncelerim. Duygu yüklü arkadaşım. Hani
evlenecektin Ercan’la? Nasıl bağlıydınız birbirinize... Ne oldu öyle?..
Yoksa, Tanrı kıskandı mı sevginizi? Bir arkadaşım anlatmıştı. Birini çok
sever de dünyayı unutursan, Tanrı “Benden fazla kimseyi sevemezsin!” diye
çekip alırmış sevdiği kulunun sevgilisini? Yoksa Tanrı da mı kıskanç, ha
ne dersiniz? İyi olmuş Suna bu yolculuğa katılman, diye düşündüm. Seni
buralarda görebilmek ne güzel... Toparlamışsın bak kendini! Açın yeri
başka, acının yeri başkaymış, değil mi? Gidiyorduk hepimiz, mutlu, umutlu.
Emniyet kemerleri falan da takmamıştık. Şoför Rıza usta sürücüydü. Yüreği
sevgi dolu yaşamıştı hep. Ölüme götürmezdi yolcularını. Sevdiklerine
ulaştırırdı usta sürücülüğüyle...
 
Otobüsümüz yemyeşil bir alana yanaştı. Yanımıza aldığımız hafif
yiyecekleri ağız tadıyla yemek güzeldi. Etrafımızda sevgiden örülü bir
hale. Her birimiz en sevdiklerimizi yanımıza almıştık. Kimimiz çoluk
çocuğunu, kimimiz eşimizi, kimisi kumrularını, kimisi de sevgilisinin
hayalini...Yoksa burası Cennet denilen yer miydi? Issız, sakin... Pınar
şırıltılarından başka ses yoktu etrafta. Emel’i aradı gözlerim.
Bakışlarımız karşılaştı. Çocuklarını başına derlemiş, eliyle beni
çağırmaktaydı. Her yer çimen kokusu... Akasya, suskun... Gelincikler
ırgalanmakta... Rüzgar efil efil esiyor... Müzik bangırtıları da yok. Arka
taraflarda, gönül tellerinden yükselen bir şarkı: “Silemezler gönlümden,
ne aşkını ne seni...” Gurbet ezgileri yükselmekte dumanlı ruhlarda.
Gökyüzüne çevirdim başımı.
 
Hava birden bulutlandı, her yanı sis kapladı. Havayı nem sardı, toprak
kokusu tütmeye başladı her yerde. Yağmur ha yağdı ha yağacak...
Otobüsümüze sığınmıştık yeniden. Tam hareket etmek üzereydik ki, bir kara
tren yaklaşmaktaydı ötelerden. O acı sesini duydum, yeri göğü yırtarcasına.
 
Gözümü açtım birden bire. Yastığıma sarılmışım, ayaklarımı karnıma
çekmişim, çok üşümüş gibi. Tir tir titremekteyim. Yüreğim hızlı hızlı
çarpmakta, telaşla. Cep telefonumun alarmı, başucumda avazı çıktığı kadar
bağırmakta. Duvar saatini aradı gözüm, kendi kendime mırıldanarak, “Hay
Allah... Derin uykuda duymamışım. İşe geç mi kaldım yoksa?!”

Rastgele Hikayeler

Yeni Hikayeler

Metin Reklamları