Rüya Tadında Hikayesi

Her gece uyurken, rüyasında eşi ile buluşacağını düşünüyor ve bu düşünce onun karanlıklarında, sıcak ve parlak bir ışık oluşturuyordu. Bu ümitle uykuya dalıyor, fakat bir türlü eşini rüyasında göremiyordu.
Rüya Tadında
Tweet Paylaş Plus Pinterest

Ege’ de bir efsane vardır; “ Hilal’ in gözüktüğü ilk gece, yıldızların
altında denize dileğinizi iletirseniz, deniz size mutlaka geri döner ve
dileğinizi yerine getirir... “
Gülay, iskelenin ucuna doğru yürümeye başladı. Güneş, batmaya
hazırlanıyordu ve deniz oldukça dalgalıydı. Dalgalar zaman zaman iskeleyi
aşıp, ayak bileklerini ıslatıyordu. Yavaş ve donuk gözlerle, iskelenin
ucuna kadar yürüdü ve durdu. Yavaş hareketlerle oturarak ayaklarını denize
bıraktı. Bacakları ıslanıyor, arada bir gelen dalgalarla da baldırlarına
kadar ıslanıyordu. Gözlerini kısarak ufuğa baktı. Turuncu ve kırmızının
karışımından oluşan karışım, hafif hafif karanlık maviye karışıyor ve
bulutların arasından karşıdaki adalar gözüküyordu. Gökyüzünde bulutlar
simetrik bir şekilde duruyorlar ve çok hafif bir şekilde ilerliyorlardı.

Gülay bir İstanbul çocuğuydu. Genç yaşta âşık olmuş, okuduğu üniversiteyi
sevdiği adamla evlenmek için bırakmıştı. Çok kısa bir zamanda
hazırlıklarını tamamlamışlar ve sade bir düğünle evlenmişlerdi.
Evliliklerinde, kimsenin çözemediği bir mutluluk sırrı vardı. Onlar hiç
tartışmaz, kavga etmez ve daima iyi geçinirlerdi. Herkes bunu kötüye yorsa
bile, onlar böylesine mutlu ve huzurlu iki sene geçirmişler, iki bin sene
daha geçirmeye yetecek kadar da yanlarında sevgi biriktirmişlerdi.
Mutluluk sırları eşinin trafik kazasında hayatını kaybetmesiyle son buldu.
Gülay, adeta yıkılmış ve erimişti. Kazadan aylar sonra bile halen eşinin
eve döneceğini düşünür, her akşam onu karşılamak için en güzel
kıyafetlerini giyerdi. Gece olduğu halde halen eşi eve gelmeyince, sinir
krizleri geçirir, ağlayarak sabahı bulurdu. Ailesi bir süre sonra Gülay’ ı
yanına almıştı. Daha sonraları iyice içine kapanan genç kadın, zamanla
insanlarla konuşmayı bile bırakmış ve sadece dalgın dalgın düşünür
olmuştu. Böyle zor geçen bir senenin ardından Gülay psikolojik tedavi
görmeye başlamış ve ilaçlarla yaşamaya alışmıştı. İlaçlar onu bol bol
uyutuyordu. Uyandığı zamanlarda karnını doyuruyor, eşine mektuplar yazıyor
ve akşamları erken saatlerde tekrar uykuya dalıyordu. Bir süre sonra uyku
ilaçlarının müptelası olan genç kadın, doktor tavsiyesiyle, ailesi ile
birlikte Çanakkale’ ye taşındı. Evleri Çanakkale yolu üzerinde bir köyün
biraz uzağındaydı. Evlerinin hemen arkasında yükselen yüksek dağlar
ağaçlarla kaplıydı. Evlerinin hemen önünde ufak bir bahçeleri ve deniz
balkonları vardı. Bahçenin önünde taşlıkla kaplı bir sahil ve hemen
ilerisinde deniz vardı. Gülay denize girmeyi çok sevmesine rağmen, buraya
taşındıklarından beri hiç denize girmemişti. Gündüzleri bahçedeki çiçekler
ve ağaçlar ile uğraşıyor, ailesinin sohbetlerini dinliyor ve akşamları
deniz balkonlarında eşine mektuplar yazıyordu.

Ayaklarına gelen suyun soğukluğu ile irkildi. Hava iyice kararmaya yüz
tutmuş ve az önceki o güzel renk karışımı, yerini sise bırakmıştı. Deniz
biraz daha durgunlaşmış ve dalgalar yerini ufak çırpıntılara bırakmıştı.
Burada her insan mutluluğu tadabilirdi çünkü doğanın güzelliklerini her
saat görebilirdiniz. Sabahları adeta bir havuz gibi sakin olan denizde
yürüyerek bile balıkları seyredebilir, akşamları çıkan rüzgârlar ile
ruhunuzun en derinliklerinde yolculuklara çıkabilirdiniz. Fakat bunlar
genç kadını mutlu etmeye yetmiyordu. O, eşinin ölümüyle birlikte sanki bir
yarısını da kaybetmişti. Gördüğü her güzelliği ve tadına baktığı her
mutluluğu onunla paylaşmadığı sürece, ne anlamı vardı bu güzelliklerin?
İçi her zamanki gibi, kara bulutlarla kaplanmıştı. Ufukta görebildiği son
noktayı seçmeye çalışıyor ve amansız bir şekilde içinin yandığını
hissediyordu. Bu acımasız olay neden onun başına gelmişti? Devamlı
mutluluğunun neden ve kimin tarafından kıskanılıp, yok edildiğini
düşünüyor fakat bir türlü düşüncelerini bir yere bağlayamıyordu. Eşini her
düşünüşünde, ona bir daha dokunamayacağını, bir daha öpemeyeceğini ve bir
daha asla onun kokusunu koklayamayacağını fark ediyor ve bu düşünce
yüreğini sıkıyordu. Kurtulmak için çırpınsa bile kurtulamıyor, çevresinde
ki her şeyin bir çaresizlik çemberiyle sarıldığını hissediyordu. Her gece
uyurken, rüyasında eşi ile buluşacağını düşünüyor ve bu düşünce onun
karanlıklarında, sıcak ve parlak bir ışık oluşturuyordu. Bu ümitle uykuya
dalıyor, fakat bir türlü eşini rüyasında göremiyordu.

Rüyasında onu görebilmek için bir çok yol denemiş fakat hiç birinde
başarılı olamamıştı. Bu onu gitgide daha da ruhunun derinliklerine
götürüyor, saatlerce boş boş düşünmekten başka bir şey yapmıyordu. Ailesi
bu duruma çok fazla üzülüyor, biricik kızlarının tekrar eski haline
gelmesi için ellerinden geleni yapıyorlardı. Lakin hiç biri genç kadının
yüzünü güldürmüyordu, o sanki intihar etmeyi gururuna yediremediğinden
dolayı sadece yaşamını sürdüren biri haline gelmişti. Bu durumdan nasıl ve
ne zaman çıkacağını hiç kimse bilmiyor fakat bunun böyle sürüp
gidemeyeceğini tahmin ediyorlardı. Buraya geldiklerinden beri ilaçlarını
da kullanmıyordu. Ailesi, onu ilaç kullandığı zamanlardan daha iyi
görüyordu. Çünkü kızları ilaç kullanırken devamlı uyuyor, söylenen hiç
birşeyi anlamıyor ve daima hasta gibi oluyordu. Oysa şimdi, sabah erken
kalkıyor, bahçeyle uğraşıyor, deniz kenarında oturuyor ve alışagelmiş
mektuplarını yazıyordu. Onlar için bu bile, oldukça iyi bir gelişmeydi.

Gülay iskeleden kalktı ve eve doğru yürümeye başladı. Sahilde ki taşlardan
dolayı düzgün yürüyemiyor ve yalpalıyordu. Çocukluğundan beri buraya gelip
gittiklerinden, denize dair olan tüm hikâyeleri bilirdi. Yarın ay hilal
şeklini alacaktı ve genç kadın bir dilek dileyecekti. Eve ulaştığında
akşam yemeği hazırlanmıştı. Sessiz bir şekilde yemeğini yedi ve odasına
çekildi. Yarın için içi umutla dolmuştu. Kim bilir belki gerçekten deniz
ona geri döner ve isteğini yerine getirirdi. Bu düşüncelerin verdiği garip
bir huzurla uykuya daldı.

Sabah uyandığında henüz güneş yeni doğuyordu. Uzun zamandır yaptığı gevşek
hareketlerin tersine, büyük bir çeviklikle yatağından sıçradı. Üzerini
değiştirip yatağını ve odasını topladı. Kahvaltısını yaptıktan sonra her
zamanki gibi bahçedeki çiçeklerle ilgilenmeye başladı. Çiçeklerin hepsi
bugün daha bir canlıydılar. Gülümsemeyi unutan yüzü ile onlara gülümsedi
ve her biriyle tek tek ilgilenmeye başladı. Diplerini temizliyor, sularını
veriyor ve hepsine birer öpücük konduruyordu. Gülay’ ı balkondan izleyen
annesi ve babası birbirlerine sarıldılar. Onu böyle görmek onları çok
mutlu etmişti. Akşama doğru genç kadın deniz balkonuna gitti ve büyük bir
titizlikle kâğıdı önüne yerleştirip, kalemini çantasından çıkardı.
Yazacağı her kelimeyi özenle seçmeliydi. Düşüncelerini netleştirdi ve
yazısına başladı ;

“ Sevgili Deniz, Bilirsin, çocukluğumdan beri devamlı seninleyim. Tatil
için geldiğimiz zamanlarda saatlerce seninle dans eder, İstanbul’ a
döndüğümüzde devamlı seni izlerdim. Sen kimi zaman durgun, kimi zaman
neşeli olurdun. Hep bunu çözmeye çalıştım ve artık çözdüğümü sanıyorum.
Sanırım sen aya âşıksın deniz. Ne zaman ay çıksa, onun ışıklarını alıp,
binlerce yakutmuş gibi yansıtıyorsun. Rüzgâr ile konuşuyor, kıyı ile
oyunlar oynuyorsun. Akşamları kimseye içini göstermiyor, adeta içine
bakmaya çalışan olursa, sendeki aşkı göreceklermiş gibi kendini
saklıyorsun. Fakat sabahları ayın yerini güneşe bırakmasıyla birlikte
durgunlaşıyor, kendini unutuyorsun. Akşama kadar böyle zaman geçirip,
akşam kendini aya hazırlıyorsun. Kimi zamanlar rüzgâr şiddetleniyor ve
bulutlar ayı kapatıyor. Böyle zamanlarda, sevdiğini göremediğin için
oldukça sinirleniyor ve içinde ne bulursan darmadağın ediyorsun. Ben senin
öfkeni kıyılara vurduğun tekmelerden bile anlıyorum denizim. İnan bana,
belki de seni benden iyi anlayacak kimse yoktur...

Söyle bana denizim, bir gün ayın hiç bir zaman doğmayacağını anlasan ne
yapardın? Bir daha hiç yakamozlar oluşturamayacağını, onunla olan
sevginizin içinde olmasına rağmen onu asla göremeyeceğini bilsen ne
düşünür, ne hissederdin? Eminim ki öfkeyle buraları yıkardın ve bir daha
hiç yüzün gülmezdi. İşte sevdiğini kaybetmek böyle bir şey denizim. Sen
ayını asla kaybetmeyeceksin ama ben güneşimi kaybettim. Onu her
düşündüğümde içim ağlıyor, yaşam duruyor. Hiç bir şey yapmak istemiyorum.
Bedenimi yırtmak ve gökyüzüne yükselmek, her neredeyse onu bulmak
istiyorum. Lakin hiç bir şekilde onu tekrar göremiyor ve ona tekrar
sarılamıyorum. Anlattıklarımı her gün az çok gözlerimden anladığını farz
ediyorum. Bu yüzden sana yazmaya ve senden yardım istemeye karar verdim
denizim. Hilal’ in göründüğü ve senin en sevinçli olduğun bugün senden bir
dileğim olacak. Beni sevdiğime kavuştur denizim. Bir defalığına bile olsa
onu görmek istiyorum. Beni aydınlatan, neşemi yerine getiren ve zamanla
hayatımın anlamı olmuş o gülümseyişini görmek istiyorum. Artık buralarda
daha fazla onsuz kalmak istemiyorum. Ne olur denizim, beni onunla
buluştur. Onu görmeme ve bir defacık dahi olsa sarılmama aracı ol. Beni
anlayacağını umut ediyor ve bana dileğim ile ilgili geri dönmeni
bekliyorum... “

Gülay, mektubunu dikkatle katladı ve göğsüne yerleştirdi. Akşam yemeğini
yedikten sonra iskeleye çıkarak bir süre karanlıkta hiç bir ışığın meydana
getiremeyeceği o güzel yakamozu izledi. Ardından yaşlı gözlerle dileğini
denize bıraktı ve gözlerini kapattı. Sanki deniz dileğini hemen yerine
getirecek gibi hissediyordu. Sanki gözlerini açsa, sevdiğini karşısında
görecek ve bu doğaüstü olaya deniz neden olacaktı. Yavaşça gözlerini açtı
ama sevdiğini göremedi. Gözlerinden bir kaç damla yaş, denize damladı.
Genç kadın büyük bir hüzünle yürüyerek evine gitti ve kimsenin yüzüne dahi
bakmadan odasına kapandı. Ağladı, ağladı, ağladı... Hayat, yaşanılabilecek
bir olgu olmaktan çıkmış ve adeta bir çileye dönüşmüştü. Buna daha fazla
sabredemiyordu. Fakat aksi yönde de yapabilecek hiç bir şeyi yoktu. Kalbi
daralıyor ve nefes alması zorlaşıyordu. Derin derin nefes alarak kendine
gelmeye çalıştı fakat her nefes alışında göğsü sızlıyor adeta nefes
alırken bedeni yırtınıyordu. Hırıltılar çıkarmaya başladı. Hızlı hızlı
öksürdü ve bir süre sonra kendine geldi. Oldukça halsiz kalmıştı, yatağına
uzandı gözlerini kapattı.

Gece uykusunda bir rüzgâr hissetti. Galiba balkon kapısını açık unutmuştu.
Ama kalkıp kapatabilecek hali de yoktu. Rüzgâr ayaklarından beline doğru
ilerledi ve göğsünden başına kadar inanılmaz bir yumuşaklıkla esip gitti.
Gülay, rüzgâr ile birlikte muhteşem bir huzur duygusuna sarınmıştı.
Gözlerini açtı. Gördüklerine inanamayıp, gözlerini tekrar kapatıp açtı.
Denizin ortasındaydı. Sahilden bir hayli uzakta olmasına rağmen evlerini
zar zor görebiliyordu. Denizde yürüyebiliyor ve koşabiliyordu. Büyük bir
sevinçle oradan oraya koşup durdu, kendince rüyasının tadını çıkartıyordu.
“ Gülay... “ Duyduğu sesle irkildi. Ses tam arkasından geliyordu ve
yıllardır hasret kaldığı bir sesti. Hızla arkasını döndü. Kocası yüzünde o
bilindik gülümsemesiyle kendisine bakıyordu. Hiç bir şey diyemeden,
hasretle kocasına sarıldı. İşte dileği gerçek olmuştu, onca zamandır
başaramadığı şeyi deniz başarmıştı. Kocasının kollarından ayrılmadan tüm
gücüyle onu sıktı. Kokusunu öylesine özlemişti ki, yıllarca böyle
durabilirdi. “ Ah seni öyle özledim, öyle bekledim ki.. “ Eşi yanıt
vermeden onun yüzüne baktı. Gözlerinde hafif bir keder vardı. Genç kadın,
gayet iyi tanıdığı kocasının yüzündeki gülümsemesinin ardına saklanmış,
gözlerindeki kederi hemen fark etmiş ve onunda yıllardır kendisini
özlediğini düşünmüştü. Onu görmenin verdiği sevinçle hiç bir şey
düşünemiyordu. Kocasına tekrar sarıldı, onu tekrar kokladı. Hiç uyanmak
istemiyor, kalan tüm yaşamı boyunca bu rüyanın devam etmesini istiyordu.
Yılların verdiği özlem ve hasretle saatlerce konuştular. Birbirlerini ne
kadar özlediklerini, birisinin olmadığı yaşamda diğerinin eksikliğinin
nasıl hissedildiğini anlatıp durdular. Her ikisi de heyecanlı ve
sevinçliydi. Bir o kadarda hüzünlüydüler. Genç kadın güneş ufuktan yavaş
yavaş doğarken, gözlerini bakmaya doyamadığı kocasından alarak denize
çevirdi ve ağlamaya başladı. Kocası “ Ağlama... “ dedi. Ağlamaması
imkânsızdı, birazdan uyanacak ve bu güzel gece sona erecekti. Bir ay
boyunca yine kocasına hasret kalacaktı. Ona hızlı hızlı yine mektup
yazacağını, hiç durmayacağını, her ay hilali sabırsızlıkla bekleyeceğini
söyledi. Kocası elleriyle karısının ağzını kapattı. Gözlerinde garip bir
bakış vardı. Gülay’ ı öptü. “ Gitme desem de, gideceksin, fakat
döneceğinde unutma, burada seni bekliyor olacağım... “ dedi. Güneş
doğmuştu, Gülay artık uyanması gerektiğini ve uyanmazsa ailesinin
endişeleneceğinden, onu zorla uyandıracaklarından, bu güzel rüyanın
sarsıntılarla bitmesini istemediğinden bahsetti. Ona son defa sarılarak,
denizin üzerinden yürümeye başladı. Evine doğru yaklaştıkça yüreği
sızlıyordu. Ara ara arkasına bakıyor ve kocasının orada beklediğini görmek
içine tarifi imkânsız bir huzur veriyordu. Gözyaşları içerisinde sahile
çıktı ve evlerinin önündeki kalabalığı fark etti. Biraz daha yaklaşınca,
kulakları annesinin feryatlarıyla çınladı...

“ Gülay, Gülaaay, Gülaaaay.... “

Rastgele Hikayeler

Yeni Hikayeler

Metin Reklamları