Ormanda Hikayesi

Guy de Maupassant Ormanda Hikayesi,En güzel hikayeler,yeni hikayeler,makaleler,öyküler,yaşanmış hikayeler, denemeler,aşk ve ilişkiler üzerine yazılar,sevgi hikayeleri,ayrılık,dostluk hikayeleri, ibretlik, gerçek hikayeler,hayata yön veren hikayeler,ünlü y
Ormanda
Tweet Paylaş Plus Pinterest
Guy de Maupassant - Ormanda Hikayesi

Belediye Başkanı, orman bekçisinin iki kişiye birlikte kendisini beklediğini haber verdiklerinde kahvaltı için sofraya oturmak üzereydi.
 
Başkan, hemen orman bekçisinin yanına gitti. Gerçekten de, bekçi Hochedur ayakta kendisini bekliyor ve ara sıra da, sert bakışlarla, yanında getirdiği çifti süzüyordu.
 
Adam, kırmızı burunlu, beyaz saçlı ve yaşlıca biriydi. Sıkılmış görünüyordu. Kadın ise, pek şık giyimli, çok şişman ve parlak yanaklıydı. Kendilerini yakalayan güvenlik görevlisine meydan okuyan bir tavırla bakıyordu.
 
Belediye Başkanı sordu:
 
- Ne var, Hochedur baba, ne oldu?
 
Orman bekçisi, olanları anlatmaya başladı.
 
Champioux ormanlarında Argenteuil'e kadar uzanan kendi bölgesinde görevini yapmak için, her zamanki gibi, tam vaktinde dışarı çıkmıştı. Bağını çapalayan Bredel'lerin oğlu haber vermese, başakların olgunlaştığı ve de havanın güzel olduğu dışında ortalıkta olağandışı bir şey dikkatini çekmemişti. Bredel'lerin oğlu, orman bekçisini görünce:
 
- Hey, Hochedur baba, ormana git. Ağaçların altında yaşlı bir çift güvercin göreceksin! diye bağırmıştı.
 
Bekçi Hochedur, gösterilen yöne gidip sık ağaçların arasında ilerlemiş ve duyduğu sözlerden ve heyecanlı nefes alıp verme seslerinden birilerini uygunsuz durumda suçüstü yakalamak üzere olduğunu anlamıştı.
 
Bunun üzerine, sanki kaçak avlanan bir avcıyı ele geçirecekmiş gibi, dizlerinin üstünde sürünerek sessizce ilerlemiş ve şimdi karşılarında duran çifti, kendilerinden geçmiş bir durumda yakalamıştı.
 
Belediye Başkanı, karşısında duranlara şaşkın şaşkın baktı. Adam 60 yaşlarında, kadın da en az 55'indeydi.
 
Sorgulamaya erkekten başladı. Adam, zor duyulan bir sesle yanıtlıyordu soruları.
 
- Adınız?
- Nicolas Beaurain.
- Mesleğiniz?
- Tuhafiyeci, Martyrs Sokağı, Paris.
- Bu ormanda ne yapıyordunuz?
 
Tuhafiyeci, ellerini arkada kavuşturmuş, başını öne eğmiş koca göbeğine bakarak sessizce duruyordu.
 
Belediye Başkanı, yeniden sordu.
 
- Güvenlik görevlisinin anlattıklarını inkâr mı ediyorsunuz?
- Hayır Mösyö.
- O halde itiraf mı ediyorsunuz.
- Evet Mösyö.
- Peki, kendinizi savunmak için söylemek istediğiniz bir şey var mı?
- Hayır, yok
- Suç ortağınıza nerede rastladınız?
- O benim karımdır, Mösyö.
- Karınız mı?
- Evet, Mösyö.
- Aaa... Paris'te beraber yaşamıyor musunuz?
- Evet, Mösyö. Birlikte yaşıyoruz!
- Peki ama, deli misiniz nesiniz siz... Sabah sabah ormanın ortalık yerinde bu durumda yakalanmak için deli olmanız gerekir!
 
Tuhafiyeci, neredeyse utancından ağlayacaktı. Zor duyulan bir sesle konuştu:
 
"Bunu o istedi! Bunun aptalca bir şey olduğunu söylemiştim. Kadınlar kafalarına bir şeyi koydu mu, bilirsiniz, onları vazgeçirmek çok zordur".
 
Şakacı biri olan Belediye Başkanı, gülümseyerek yanıtladı:
 
"Yani sizce, olması gereken bunun tam tersiydi. Karınız bunu kafasına takmasaydı, burada olmazdınız, öyle mi?"
 
Mösyö Beaurain, bu sözler üzerine öfkelendi ve karısına dönerek:
 
- Gördün mü, senin yüzünden ne hallere düştük? Hoşuna gitti mi, ha? Ahlâka aykırı davranıştan şu yaşımızda mahkemelerde sürüneceğiz! Dükkânı kapatıp işi bırakmak ve mahalleden taşınmak zorunda kalacağız! Söyle, hoşuna gitti mi? diye bağırdı.
 
Madam Beaurain, yerinden kalktı ve kocasına bakmaksızın, hiç çekinmeden ve duraksamadan konuşmaya başladı:
 
"Sayın Belediye Başkanı, gülünç bir duruma düştüğümüzü biliyorum. Bir avukat gibi, ya da daha doğrusu zavallı bir kadın olarak kendimizi savunmamıza izin verir misiniz? Beni dinlerseniz, bizi mahkemeye çıkma utancından kurtaracağınızı ve bizim yakamızı bırakacağınızı sanıyorum.
 
Çok eskiden, gençlik yıllarında, bir pazar günü Mösyö Beaurain ile tanıştım. O, bir tuhafiyeci dükkânında çalışıyordu ben de bir hazır giyim mağazasında. Dün gibi hatırımdadır. Zaman zaman Pigalle caddesinde beraber oturduğum Rose Levêque adlı bir arkadaşımla, pazar günlerini geçirmek için zamana zaman buralara gelirdim. Rose'un bir erkek arkadaşı vardı. Ben yalnızdım. Rose'un erkek arkadaşı bizi buraya getirirdi. Bir cumartesi günü bana ertesi günü için bir erkek arkadaşını daha getireceğini söylemişti. Ne demek istediğini anlamıştım. Böyle bir şeyin gereksiz olduğunu söyledim ona. Ben, aklı başında biriydim Mösyö.
 
Yine de ertesi gün, istasyonda Mösyö Beaurain ile buluştuk. O zamanlar, epey yakışıklıydı. Fakat ben ona boyun eğmeyecek ve kendimi bırakmayacaktım. Bırakmadım da... Bezons'a gelmiştik. Hava çok güzeldi. Hani şu insanın yüreğini uyandıran cinsten... O zamanlar, şimdi de öyleyim ya, hava güzel olduğunda içimi bir sevinç kaplar ve kırlara gittiğimde kendimi kaybederdim. Yeşillikler, öten kuşlar, rüzgârla sallanan başaklar, otların kokusu, hızlı hızlı uçan kırlangıçlar, otların kokusu, gelincikler ve papatyalar, bütün bunlar beni kendimden geçirir. Alışkın değilseniz, şampanya içtiğinizde nasıl etkilenirseniz, öyle bir şey bu!
 
Güzel, yumuşak ve pırıl pırıl bir hava, çevrenize baktığınızda gözlerinizden; soluk aldığınızda da ağzınızdan doluyordu içinize. Rose ve arkadaşı Simon, her dakika öpüşüp duruyorlardı. Onları öyle görmek, bende garip duygular uyandırıyordu. Mösyö Beaurain ve ben, onların peşi sıra hiç konuşmadan yürüyorduk. İnsanlar birbirini tanımayınca konuşacak fazla bir şey bulamıyor. Mösyö Beaurain'in çekingen bir havası vardı ve onu öyle sıkıntılı görmek hoşuma gidiyordu. Yürüye yürüye küçük ormana geldik. Ormanın içinde hava serindi. Hepimiz çimlerin üzerine oturduk. Rose ve arkadaşı, benim ciddi tavrımı alaya alıyorlardı. Anlıyorsunuz değil mi, başka türlü davranamazdım. Rose ve arkadaşı, biz sanki orada değilmişiz gibi, hiç aldırmadan yeniden öpüşmeye başladılar. Alçak sesle bir şeyler konuştular ve sonra da hiçbir şey söylemeden kalkıp ormanın içlerine doğru gittiler. İlk kez gördüğüm bir insan karşısında utancımdan nasıl yerin dibine geçtiğimi kestirebiliyor musunuz? Onların böyle kalkıp gitmesinden öylesine mahcup olmuştum ki... Fakat bu, buna cesaret de vermişti! Konuşmaya başladım. Mösyö Beaurain'e ne iş yaptığını sordum. Biraz önce de söylediğim gibi, bir tuhafiyecide çalışıyordu. Bir süre konuştuk; bu onu yüreklendirmişti. Hemen benimle senli benli olmaya başladı; ama ben hemen ağzının payını verdim. Öyle değil mi; Beaurain?"
 
Mahcubiyetinden yere bakan Mösyö Beaurain, yanıt vermedi. Madam Beaurain, yeniden başladı anlatmaya:
 
"Bunun üzerine, benim aklı başında biri olduğumu anladı ve dürüst bir erkek gibi, kibarca bana kur yapmaya başladı. O günden sonra, her pazar geldi. Bana sırılsıklam aşık olmuştu. Ben de onu çok seviyordum. Beaurain, o zamanlar son derece yakışıklı bir delikanlıydı.
 
Sözün kısası, eylül ayında evlendik ve Martyrs sokağındaki dükkânımızda çalışmaya başladık. Yıllar çetin geçti Mösyö. İşler iyi gitmiyordu ve pazar günleri artık kırlara çıkamıyorduk. Zaten zamanla bu alışkanlığımızı kaybettik. Kafamızda başka şeyler vardı. İnsan ticaretle uğraştı mı, çiçeklerden daha çok kasaya giren parayı düşünüyor. Artık farkında olmadan yavaş yavaş yaşlanıyorduk da. Aşkı ise, hiç düşünmüyorduk. İnsanlar bir şeyin eksikliğini duymadıkça, onun için pişmanlığa da kapılmıyorlar.
 
Daha sonraları, işlerimiz düzeldi; artık geleceğimizden emin olmaya başladık. İşte o zaman bende birtakım değişiklikler oldu. Bunların ne olduğunu ve nasıl olduğunu gerçekten bilmiyordum!
 
Yeniden bir genç kız gibi hayaller kurmaya başladım. Sokaklarda küçük arabalarda satılan çiçekleri görünce, göz yaşlarımı tutamıyordum. Evde otururken veya dükkânda kasa başındayken, menekşelerin kokusu gelip beni buluyor ve yüreğim hızlı hızlı çarpmaya başlıyordu! O zaman, yerimden kalkıp kapıya gidiyor ve evlerin damları arasından görünen masmavi gökyüzüne bakıyordum. Sokakta başınızı kaldırıp baktığınızda gökyüzü, Paris'in üzerinden kıvrıla kıvrıla akan bir ırmağı andırır.
 
Gökteki kırlangıçlar da, ırmaktaki balıklara benzer. Benim yaşımda, böyle şeyler gülünç belki! Ama ne yaparsınız? Bütün ömrünüz boyunca çalışınca, bir an geliyor ve başka şeyler de yapabileceğinizi fark ediyorsunuz. İşte o an, içinizi bir pişmanlık kaplıyor! Evet pişmanlık... Düşünün bir kere, yirmi yıl boyunca ben de, başka kadınlar gibi kırlara gidebilir ve öpücükler devşirebilirdim. İnsanın sevdiğiyle birlikte ağaçların altında yere uzanmasının ne hoş olduğunu hayal ediyordum. Günler, geceler boyu hep bunu düşünüyordum! Ayın sulara vuran pırıltısını geçiriyordum aklımdan.
 
İlk günlerde, bu duygularımdan Mösyö Beaurain'e söz etmeye cesaret edemedim. Benimle alay edeceğini ve "Hadi işinin başına geç de, iğne iplik satmaya devam et!" diyeceğini çok iyi biliyordum. Ayrıca, doğrusunu söylemek gerekirse, Mösyö Beaurain de benim için pek fazla bir şey ifade etmiyordu. Aynaya baktıkça, kendimin de artık başkası için pek çekici biri olmadığımı fark ediyordum!
 
Ama aklıma parlak bir fikir gelmişti. Mösyö Beaurain'e, ilk tanıştığımız yere gitmeyi önerdim. İtirazsız kabul etti ve bu sabah saat 09.00 sularında oraya gittik.
 
Buğdayların arasına girince çok heyecanlandığımı hissettim. Kadınların yüreği hiç yaşlanmıyor! Gerçekten, artık kocamı olduğu gibi değil de, eskisi gibi görüyordum! Size yeminle söylüyorum, sarhoş olmuştum sanki. Birden kocamı öpmeye başladım. Onu öldürmeye kalkışsam, ancak bu kadar şaşırabilirdi! "Deli misin, ne oluyor sana bu sabah?..." diye söylenmeye başladı. Onu değil, yalnızca kalbimin sesini dinliyordum... Onu ormanın içlerine götürdüm... İşte hepsi bu!... Gerçeği olduğu gibi anlattım size Sayın Belediye Başkanı".
 
Belediye Başkanı, anlayışlı bir adamdı. Yerinden kalktı, gülümseyerek, "Sakin olun Madam, serbestsiniz; bir daha da ağaçların altında günah işlemeyin..." dedi.

Rastgele Hikayeler

Yeni Hikayeler

Metin Reklamları