Kızım defalarca Telefon edip, “Anne, zamanları geçmeden gelip nergisleri görmelisin” demişti.
Aslında gitmek istiyordum ama Araba ile neredeyse iki Saatlik mesafedeydi. Biraz gönülsüzce,“Haftaya salı” diye söz verdim. Çünkü bu üçüncü telefon edişiydi.Ertesi salı, yağmur ve soğukla birlikte geldi. Ama ne çare, söz vermiştim bir kere ve bu yüzden salı Günü arabama atlayıp gittim.
Kızımla ve torunlarımla hasret giderdikten sonra dedim ki;
“
Nergisleri boş verelim! Yol, sisten görünmüyor. Zaten şu anda seni ve çocukları o kadar çok özlemiş durumdayım ki, bir metre daha araba kullanmayı düşünmüyorum!” Kızım sakince gülümsedi ve “Biz her zaman böyle havalarda araba kullanıyoruz, anneciğim” dedi. Bense, “Hava açılmadan dünyada tekrar yola çıkmam. O zaman da doğru evime döneceğim!” diye kararlı konuştum.
Kızım, “Arabamı almak için beni garaja kadar götürebileceğini düşünmüştüm” deyince
“Garaj ne kadar uzaklıkta?” diye sordum.
“Sadece birkaç yüz metre ötede” dedi kızım.
“Tamam o zaman, götürürüm. Nasılsa bu kadar yola alışığım” dedim.
Yola çıktıktan birkaç Dakika sonra
“Nereye gidiyoruz biz?
Bu yol garaj yolu değil!” diye sordum. Kızım gülerek,
“Garaja uzun yoldan gidiyoruz” dedi, “Nergislerin yolundan.”
Tam sert bir sesle itiraz edecekken kızım beni susturdu; “Bak anne”, dedi, “inan bana, bu fırsatı kaçırırsan kendini asla bağışlamazsın.”
Yirmi dakika kadar sonra küçük bir çakıl yola saptık, ileride elle yazılmış “Nergis Bahçesi” yazısı vardı. Arabadan çıkarak her birimiz bir çocuğun elinden tuttuk ve patikadan aşağı inmeye başladık. Patika yoldaki ilk dönemeçte gördüklerim karşısında nefesim kesildi.
Dünyanın en göz alıcı görüntüsü gözlerimin önünde uzanıyordu.Sanki; birisi bir kazan dolusu Altını alıp dağın zirvesinden aşağıya,yamaçlarına doğru boca etmişti. Çiçekler; görkemli bir şekilde,helezonlar halinde, koyu turuncu, beyaz, Limon sarısı, somon pembe,hardal, krem, rengarenk, adeta kurdele gibi ardarda dizilmişlerdi.Aynı renkteki çiçekler bir arada ekilmiş olduğundan, her biri kendi rengindeki bir ırmağı andırırcasına akıp gidiyordu.
Beş dönüm çiçek vardı. “Fakat, bütün bunları kim yaptı?” diyesordum kızıma. “Sadece bir tek kadın” diye cevapladı, “Kendisi de burada yaşıyor, burası onun evi.” Tüm o ihtişamın ortasındaki küçük ve mütevazı, iyi bakılmış, A şeklindeki bir evi gösterdi. Eve doğru yürüdük. Evin girişindeki bahçede bir tabela gördük.
“Cevaplayabildiğim kadarıyla soracaklarınızın yanıtları” yazıyordu tabelada. İlk yanıt basitti: “50.000 çiçek soğanı” diyordu. İkinci yanıt: “Hepsi birer birer, bir kadın tarafından. İki el, iki ayak ve birazcık akıl ile.” Üçüncüsü: “1958’de başlandı” idi.
İşte bu! Nergis İlkesi buydu... O an, benim için hayatımı değiştirecek bir deneyim oldu. Hiç görmemiş olduğum bu kadıncağızı düşündüm, aşağı yukarı kırk yıl önce bu işe koyulan, her seferinde bir çiçek soğanı ekerek, görülmesi bile zor bir dağa göz zevkini ve neşesini getirmiş olan o kadını. Ama, her seferinde tek bir çiçek soğanı ekerek, yıllar boyu süren çabası sonucunda dünyayı değiştirebilmişti. Bu bilinmeyen kadın, içinde yaşadığı dünyayı ebediyen değiştirmişti.
Tarifi zor bir büyülü ortam, güzellik ve ilham yaratmıştı. Onun, nergis bahçesinin öğrettiği ilke; en çok bilinen prensiplerden biriydi. Yani; amaçlarımıza ve arzularımıza doğru, her seferinde bir adım atarak daha çok, küçük birer adım atarak ulaşmayı öğrenmek. Bir iş yapmayı sevmesini öğrenmek ve zaman birikiminin nasıl
kullanılacağını öğrenmek. zamanın küçük parçacıklarını ufak günlük çabalarımızla çarptığımız zaman, kendimizin de muhteşem şeyler yapabileceğimizi görürüz. Biz de dünyayı değiştirebiliriz.
“Yine de bu beni biraz üzüyor” dedim kızıma. “Düşünüyorum da, otuz beş-kırk yıl önce böyle güzel bir amaçla yola çıkmış olsaydım, şu anda ne kadarına ulaşmış olabilirdim acaba?” Kızım, günün anlamını, kendine has tavrıyla kısaca; “Bunu öğrenmeye hemen yarın başla!” diyerek özetledi.
Dün kaybettiğimiz Saatleri düşünmenin hiçbir yararı yok. Pişmanlığımızın nedenlerinden bahsedeceğimize,
kutlanacak bir ders almak istiyorsak; “Bunu bugün nasıl işe yarar hale getirebilirim?” diye sormamız yeterlidir...