Çoban Ali unutuvermiş koyunlarını. Akşam olunca koyunlar, hüzünlü çobanı
dağda bırakıp kendiliklerinden dönmüşler köye, ses çıkartmadan. Çoban Ali,
su başında öylece kalmış.
Dizleri üzerinde, ağzında kavalı, susmadan üflemiş yüreğinin tüm acısını.
Onun ezgileri yankılanmış gecenin karanlığında...
Yıllar sonra buralara gelen insanlar, sessiz doğanın güzelliğini görüp, su
başındaki ağaca sırtlarını dayayarak oturduklarında, gözlerini kapayınca
ağacın yapraklarının birbirine sürterken çıkarttığı sesi, bir ezgiye
benzetmişler. Çimler, çiçekler, suyun kenarındaki sazlar bu sese ayak
uydurup salınarak dans edermişler. Kuşlar da bir başka öter, yanık yanık
ezgilerle Çoban Ali’nin sevgisini yansıtırmış durmadan. Su kenarında, daha
önce hiç görmedikleri bir kırmızı çiçek salınırmış bir o yana, bir bu
yana...
Bu çiçek, insanlara çok değişik gelirmiş. Kimse onun gibi bir çiçek
görmemiş o güne kadar. Yapraklarının uçlarında püsküller varmış. Tül tül
uzanan, rüzgarla dalgalanan kıvrılan püsküller. Çiçek, uzun ince bir
boruyu andırıyormuş. Üzerinde siyah noktalar varmış dizi dizi. Çiçeğe
şöyle bir dikkatle bakınca kavala benziyormuş. Rüzgar estikçe çiçek
kıvrılıyor, sallanıyor, çevreye bir ezgi yayılıyormuş kaval sesini
andıran.
İnsanlar bu çiçeğe “Kaval Çiçeği” demişler. Kaval çiçeği, yalnız bu su
başında bulunurmuş. Nereye götürseler, nerede yetiştirmeye çalışsalar
olmamış. Yalnız bu su başında, kendi kendine yetişmiş, büyümüş. Kışın
yaprakları dökülür, çiçeği kurur, bir çalı gibi dururmuş suyun kenarında.
Bahar gelince, doğa uyanırken, o da uzun kış uykusundan silkinir,
renklenip çiçek açar, bol yeşil püsküllü yapraklarıyla Çoban Ali’nin
ezgilerini çalarmış, doğa dans etsin, baharı kutlasın diye...
Bir duygu düşünün; Çok kutsal olsun. Ona saygınız ve sevginiz sonsuz
olsun. Birden karşınıza çıkan bir olanak, size her şeyi unutturabilir. Onun
peşinde gidiverirsiniz. Bu tuzağa yakalanırsınız. Ne kaybedersiniz? Çok.
Belki de her şeyinizi...
Balıklar öğrendiklerini en çok 14 saniye saklayabilirmiş. Sonra her şeyi
unuturlarmış. Bazen biz de öyle yapmıyor muyuz?
Her şeyi unutup bir şeyin peşine takılıp gitmiyor muyuz? Bu durumda
bıraktıklarımız nelerdir? Sonunda elimizde kalan çoğunlukla, o kutsal
duygunun izleridir. Bu anılar sonsuza değin sürüp gider. O duygu
kaybolmaz. Biz ise yok olup gitmişizdir.
Acaba hep böyle mi olmalı? Bizler yanılgının bedelini hep yaşamla mı
ödemeliyiz? Bana kalırsa en az bir kez daha şans tanınmalı. Ama yazık
ki, gerçek böyle değil işte...
Son...