En ağır şartlarda filiz veren mucizeler gördüm ben... ya da en mucizevi anlarda kopan fırtınaları da.
Yalın ayak çocuk yürüyüşü gibi, yüreğime batan cam kırıklarını görmezden gelmeliydim… Gelemedim.
Gördüm tüm korku yüklü, ürkütücü, soğuk kırıkları… Korktum bir kez daha, kendime dönememekten.
Şimdi ufkuma yeni yollar çiziyorum, beğenmeyip siliyorum… Baştan çiziyorum.
Bir sürü söz biriktirip, kendime saklıyorum… Her gece ansızın kırıp, her sabah yeniden almaya yola koyuluyorum.
Yeni sözler öğreniyorum, yeni acılarıma süslü kelimeler kuruyorum…
Oysa ne çok söz varmış Seni anlatmaya… Ama hiçbir cümlenin tabiri caiz olmamış.
Senin bu kadar fazla, hatta özel sözleri hak ettiğini düşünmüyorum aslında. Senin için söylendiğini de düşünmemelisin, keza Sana değil.
Benim sevdamaydı sözlerim.
Ben sevdama ağladım ağladıysam, ben sevdama aşıktım aşıksam… Çünkü ben aşık olabilmeyi özledim, ben aşık olabilmeyi; Sen olmasan da öğrenirdim.
Yani şu kadarını söylüyorum; Sen değilsin bu hikâyenin ne başkahramanı ne de ilhamı… Bir tek benim… Tek başıma hak ettim, kimseye el sürdürmedim.
Sevdama tek kötü söz gelmesin diye yüreğimi paramparça ettim.
Bir kırık sözüm olmadı bu yüzden Sana.
Yoksan… Yoksun. Var (?) hiç olmadın.
Ölüme hasret yazıldı adın. Ben ölmeyi de yaşamayı da en az senin kadar istedim.
Gözlerimi kapatıp karanlığa yürüdüm ben… Zifiri karanlıkta sana en yakışır sözü ayak seslerinden tanıdım. Yokluğun, yeni bir varlık oldu kimliğime… Ben seni en çok Sen yokken sevdim.
Şimdi Seni her düşümden engelliyorum...
Ve nihayet kendime dönüyorum.