Soğuk rüzgârların sinsi gecelerinde, devrik cümlelere sarınıp yatarsın beyaz sayfalar üzerinde. Ne onlar anlar seni, ne hayat, senin gibilerin yoldaşıdır sefalet. Süslü geleceklerin artıklarıyla beslenir, sevdiklerinin anlamsızlığıyla sulanırsın yazar. Fakat gel gör ki vefasızdır bu sayfalar.
Yazarsın yılları yalnızlığına tutsak sayfalara da, kaybolup gidersin yine bu derme çatma kırık camlı kulübede. Bir rüzgâr eser bir yerden. Zamanın çaldığı gibi seni alıp götürür benliğini kelimelerden. Kalırsın yine yoldaşın sefalet ile.
Saçların artık birdir üzerine titrediğin sayfalar ile. Sakallarınsa sarmış olur kalemini, sarmaşıkların ağaçları sardığı gibi. Nefesin mantarı çıkmış bir şişe şarap gibi kokar. Gözlerinse kırmızıdır, bin şişe şarap içmiş kadar.
Geçer geceler, geçer mevsimler. Zaman akmaya devam eder. Sen hala yazarsın, kırık camların nefesi dans ederken beyaz sayfalar üzerinde, donmuş parmaklarınla kim bilir kaç tane mum alevi tükenmiştir bu sinsi gecelerde? Kim bilir daha kaç ışık söndüreceksin yazdığın hayatın gözyaşlarıyla? Belki yağmur olup yağacak insanların düşlerine kelimeler. Kim bilecek? Beslediğin cümlelerin bir bir kaçıp gidecek dizlerinden, yine ağlayacaksın yazar!
Hayatını adayacaksın senin olacak cümleler yaratmaya, başaramayacaksın. Yalnız yaşayacak, ne bir oğlun, ne bir karın olacak.
Yaşlanıp gideceksin işte. Kendi cümlelerini yaratmaya çalışırken bir gün öleceksin yazar. İşte o gün senin olacak yazdığın son cümle. Kefenin olacak, anlayacaksın yazar…