Tanrı'nın Hikayesi

Mehmed Aydın Tanrı'nın Hikayesi,En güzel hikayeler,yeni hikayeler,makaleler,öyküler,yaşanmış hikayeler, denemeler,çocuklara masallar,ünlü yazarlardan aşk ve ilişkiler üzerine yazılar,sevgi hikayeleri,ayrılık,dostluk hikayeleri,ünlü yazarların öyküleri,ibr
Tanrı'nın
Tweet Paylaş Plus Pinterest
Tanrı'nın Hikayesi

1997 yılının aralık ayıydı yeni ev arkadaşımla ilk günlerimdi. Yaşça benden büyük olan bu insanla anlaşmak oldukça zor geliyordu ilk günlerde, daha taşındığı ilk gün hemen odamdaki benim kitaplığımın, yerine kendi kitaplığını kurmuş benim tüm eşyalarını kendi düzenine göre ayarlamıştı, aslında şimdilerde Tanrının bir hediyesi gibi kabul ettiğim bu insan o günlerde bana oldukça garip gelmişti. Kitaplığını çay koleksiyonunu saklamak için kullanması, yaşına göre çok sıradışı duran pala bıyıkları, daha büyük bir tezat olan uzun saçları, giyimi, davranışları, konuşmasıyla tümüyle garip bir insandı. Sanırım üniversitede tanımayan yoktu, heleki kalpağını sabah ayna karşısında özenle giymesi bizim için sabahları seyirlik bir sosyal aktiviteydi. Bu garipliklere zamanla öyle alışmıştım ki, akşamları çay sohbetlerinde yapılan ateşli felsefe tartışmaları, kendisinin değişik sosyolojik tespitleri, doğunun ve de batının değer sistemlerini barıştırmayı başarmış kafa yapısı, sürekli aşağılayan, sorgulayan, anlaşılması güç espri anlayışı sanki benim üzerime de siniyordu yavaş yavaş. Sıra dışı hayat tarzı, çayları, kitaplarından sonra arkadaşlarını da taşımaya başladı evimize. Önce Biftek ve Bonfile taşındı, evimiz büyük olduğu için onlara yer bulmakta zorlanmadık, itiraf etmeliyim ki çoğu zaman varlıklarını bile hissettirmezlerdi. En büyük zorluk hangisinin Biftek hangisinin Bonfile olduğunu anlamaktaydı, birbirlerine o kadar benziyorlardı ki...
 
Biftek ve Bonfile yani tavşanlarımız evimize daha da bir neşe katmıştı doğrusu, evin içinde koşuşturan, çoraplarımızı, çiçekleri, halıları kemiren, en umulmadık istenmedik yerlerde karşınıza çıkan, en sevdiğimiz, en kıymetli eşyalarımızı umursamadan yok eden birilerinin olması güzeldi. Sonra bir gün, sanırım ilk dönemin bittiği final sınavlarının haftasıydı, yeni bir ev arkadaşımız daha oldu. Bu herkesten, hepimizden farklı birisiydi, ilk günden itibaren evdeki herkesin gözbebeği olmuş, herkesin önyargılarını kırmış ve sevgilerini o kadar kısa zamanda kazanmıştı ki. İlk geldiği günleri hatırlıyorum da, evde herkes her şeyi unutmuş sadece onunla ilgileniyordu, onunla olmak için sıra beklediğim, hatta diğerlerini kıskandığım olurdu. Herkes evde onunla ilgilenmek için yarış halindeydi, evimize neşe gelmişti; saf, katıksız, kor halinde kıpır kıpır minik tecrübesiz bir neşe kaynağı...
 
Sabahları güneşle birlikte uyanır, ve “Ne yapsam da bu insanları delirtsem diye işe koyulurdu hemen, ilk günlerinde bizi o uyandırırdı, kolumuzun altına ya da ayak parmaklarımıza başını gömmüş aklınca emmeye çalışırken uyanırdık. Ben Hakan'ın yatağına bırakırdım, o da benimkine, tabi bunun intikamını daha sonra dişleri çıkınca sabahları kulaklarımızı, burnumuzu ısırıp uyandırarak alacaktı. Ama benimle arası hepsinden iyiydi, en azından anlıyor gibi saatlerce
benim o günlerde baş gösteren aşk problemlerimi dinlerdi, sanırım bazen bu oldukça sıkıcı oluyordu zira beni dinlerken hareketleri gitgide ağırlaşıyor ve sonunda uykuya dalıyordu. Sanırım konuşmasını bilseydi beni mahvedebilirdi benden dinledikleriyle.
 
Çoğu zaman da sanki o bizimle oynuyor gibiydi, çoraplarımızı çalıp saklar, ya da namaz kılarken tam karşıma geçip boş boş yüzüme bakıp beni güldürmeye çalışırdı, bunu beceremezse ayaklarımı tırmalardı mutlaka. Onunla birlikte evin düzeni değişmişti, her ne kadar bizim felsefe sohbetlerimize sözlü olarak katılamasa da bizimle birlikte ona özel hazırladığımız bir bardak soğuk çayı bitiriyordu. Evin odak noktası o idi, ve de öyle olmaktan memnundu, kıskançtı da üstelik bu konuda, sadece onu sevmemizi istiyordu, tavşanlarımıza gördüğü yerde saldırıyor zavallı hayvanları korkutup kaçırıyordu, bir de benim o zamanlar en büyük tutkum olan çiçeklerimi mahvedecekti tabi.. Önce camgüzelim gitti, ardından menekşemin cesedini koltuğun arkasında buldular ve en son, salondaki büyük Japon Şemsiyesi çiçeğimi paramparça edip parçalarını tüm salona yaydı... Biz onunla oyun oynamak istediğimizde genelde ilgilenmez gider uyurdu ama kendi oyun oynamak istediğinde bizim derslerimiz dahil hiçbir şeyle ilgilenmemize izin vermezdi. Özellikle Endüstri Mühendisliği bölümünde okuyan arkadaşımız Mehmed'in proje çizimlerine karşı daha bir sempatisi vardı, tuvalet ihtiyacı için onları kullanıyordu... Bugün hayretle ve de hayranlıkla düşünüyorum da bize ve de ona rağmen Mehmet bölüm birincisi olmuştu.
 
Evde bir tek Yüksel den korkardı çünkü Yüksel in onu eğitmek gibi ütopik bir amacı vardı, belki de onu hep Yüksel yıkadığı için ondan çekiniyordu. Biz de sınıftaki arkadaşlarımız da alışmıştık yüzümüzdeki, ellerimizdeki çiziklere.
 
Hep onun rahatlığını, bu kadar sürede üstümüzde kurduğu hakimiyeti kıskanmışımdır, sanırım Tanrı vergisi birşeydi bu, ve de o kadar rahattı ki... Final sınavlarına çalıştığım gecelerde onun yanımda uyuması beni deli ederdi... Dedim ya, onda Tanrıdan birşeyler vardı... Bir tek sorunumuz vardı ki ona bir isim koyamamıştık, dilini bilmediğimiz için kendi ismini de bilmiyorduk, herkes kendince bir isim kullanıyordu, onun pek umursadığı da yoktu aslında.
Velhasıl, güzeldi ortalıkta dolaşan, istediğini yiyen, izinsiz her yere girip çıkabilen, istediğini yırtan, döven, istediği saatte uyuyup uyanabilen, vandal, egoist, hiperaktif bir dişinin olması. İlk geldiği günü hatırlıyorum da, o günle bugün arasında çok az değişmişti. İlk geldiği gün.... Ne gündü ama....
 
Hakan, her zamanki gibi “Sürpriiiizz” diyerek girdi kapıdan, ancak ortada görünen bir şey yoktu.... Belki de sürpriz buydu diye düşünmüştüm, ama sonra ceketinin kolunun içinde kıpırdayan bir şey olduğunu fark ettim, sanki dışarıya çıkmaya çalışıyordu, nihayet minik başını kararsız ve de ürkekçe dışarı çıkardı ve yeni evine, ev arkadaşlarına baktı ilk kez yarı kapalı gözlerle...
 
Evimizin yeni ortağı minik, bir haftalık bir kedi yavrusuydu... İşte bu bambaşka bir şeydi, çünkü kedi gerçekten doğası itibarıyla çok farklı, eski zamanlardan beri insanoğlunun saygısını kazmış dahası birçok peygamberce kutsanmış ender hayvandır, hele bir yavru... saf sevgidir... kusursuzluk, sevgi, bağımsızlık, farklılık... Bana gördüğüm her kedi Tanrının bir mesajı gibi gelirdi. Onda Tanrının özenisini ve de iyimserliğini görürsünüz...
 
Mayısın başlarında yağmurlu bir öğleden sonra, büyük beklentilerimin olduğu, yağmurdan daha sıkıcı Kant'ın Pratik Aklın Eleştirisi ne gömülmüş, üşümüş ayaklarımla dikkatle kitabı okumaya çalışıyordum. O da odadaydı sakin sakin her zamanki umursamaz miskinliğiyle benim yatağımda uyuyordu. Aniden uyandı ve doğruca kapıdan çıktı gitti, ben ne olduğunu anlamamıştım, hani korku filmlerinin sonunda kötü karakteri öldü zannettiğiniz bir anda aniden kalkıp, son bir hamle ile saldırırması gibi aynı çeviklikle kapıya koştu, belki de hala gördüğü rüyadan uyanamamıştı, kimbilir... Dış kapıyı tırmalayarak açmamı istiyordu ısrarla ama açmadım, zorla onu odaya geri götürmeye çalışmam ellerimde açılan bir sürü yeni çizik, yaraya maloldu. İzin vermemekle iyi yapmıştım çünkü daha önce bir kere kapıyı açık bulduğunda kaçmıştı ve onu bulmamız saatlerimizi almıştı. Bütün akşam ben arkadaşlarıma gidene kadar bana surat asmış, stresli stresli homurdanarak evde deli gibi dolanmıştı. Hatta öyle asabiydi ki gönlünü almama bile saldırarak karşı koymuş izin vermemişti. Eve geç döndüğümde herkeste bir telaş vardı çünkü o gitmişti... Kapıyı açık bulduğu bir anda kaçmıştı demek, üstelik gecenin bu geç saatinde aramaya da çıkamazdık, tek ümidimiz başına kötü bir şey gelmemiş olmasıydı o kadar. Sabah, ilk derse yetişmenin telaşıyla, henüz uyanmamış dağınık bir suratla asansörü beklerken kapıcımız onun kömürlükte olduğunu söyleyince sevinmemiş kızmıştım aslında. İlk derse geç kalmıştım zaten, ama onu da yanıma alacak, derse götürecek, büyük ihtimalle de dersin öğretmenine onun hastalandığını söyleyecek, sonrada onu derste çıkaracaktım çantamdan böylece dersi kaynatıp diğer arkadaşların hayatlarını da kurtarmış olacaktım. Büyük Çoğunluğunu kızların oluşturduğu bir sınıfta çantadan kaçan(?) bir kedinin yaratacağı karmaşayı bir düşünsenize! Planımı çok beğenmiştim, kömürlüğün basamaklarını üçer beşer atlayarak indiğimde, karşımdaki manzara planımın işe yaramayacağını söylüyordu. Bir sürü küçük belki de birkaç günlük yavru, kararsız titrek hareketlerle diğerleri arasından kendine bir yer açıp emmeye çalışıyordu. O ise tüyleri yapış yapış bu minik yavruları yalıyor, kimine yardım ediyordu. Geldiğimi görünce dönüp istifini bozmadan bana baktı, gözlerindeki o yeni, bambaşka pırıl pırıl ifadeyi anlamak hiç de zor değildi.
 
Manzaranın kutsallığı karşısında ne diyecek bir sözüm vardı ne de yapacak bir şeyim, dönüp dışarı çıktım. İlk dersi kaçırmıştım üstelik mazaretimi de kaybetmiştim, acele adımlarla ıslak asfaltta kampüse doğru yürürken aklıma takılmıştı... Kedimizin akşamki hırsının, dışarı çıkma isteğinin sebebi anlaşılmıştı şimdi ama bunlar onun kendi yavruları olamazdı; geldiğinden beri hep bizde yaşamıştı ve de dışarıya neredeyse hiç çıkmamıştı, balkondan kaçması imkansızdı zira altıncı katta oturuyorduk, komşularımızın da kedisi yoktu, öyleyse bunlar kimin yavrularıydı?..... Birkaç adım sonra aklımdaki tüm soruların cevabını ve de yavruların gerçek annesini yolun kenarında gördüm. Bir gece önce bir arabanın çarpıp ezdiği bir kedi ölüsü...

Rastgele Hikayeler

Yeni Hikayeler

Metin Reklamları